15 Haziran 2015 Pazartesi

Sene-i Devriye


1 yıl önce                 1 yıl sonra 






Bu hafta yediklerim içtiklerim pek anlatmaya değer olmasa da, gezdiklerim gördüklerim yine bir hayli çoktu. Cumartesi araplığımız tuttu, boğaz turu yaptık ^^ 




Salı Aziz Nesin'in 100. doğum yılı kutlamaları çerçevesinde Tophane Depo'da açılan 'Ömrüne sığmayan Adam' sergisine gittik, çok keyifliydi, mutlaka gidin, gezin. 








Aziz Nesin'in yeri çok özeldir benim yüreğimde, ölümüne en yakınımı kaybetmişçesine ağladığım, tanışma fırsatım olmadıgı için kahrolduğum iki isim var; biri Ahmet Kaya, diğeri Aziz Nesin.. "Benim Kemalettin Tuğcu"larım vardı", bir de Aziz Nesin'im.. ağlamayı Kemalettin Tuğcu'dan öğrendiysem, gülmeyi Aziz Nesin öğretti. Ağlanacak halimize gülmeyi, mizahı, insanları gözlemlemeyi, onları tanımayı, insana dair tüm çiğlikleri, Türk halkını, adaletsizliği, mücadeleyi, doğruların ve inandıkların uğruna savaşmayı ve tüm bunları yaparken gülmeyi unutmamayı hep ondan öğrendim. Ha bir de "yakışık almaz"ın nasıl yazıldığını :))) Kişisel gelişimimde ailemin payı kadar onun da payı vardır, (olduğu kadar) düzgün bir insan olabilme gayretimde, düzgün yaşamaya çalışma gayretimde onun da payı büyüktür. Annem babam ve Aziz dedem.. Beni yetiştiren, beni ben yapan üç insan.. Sergide Ali Nesin'i gördüğümde abimi görmüşçesine sevinmem, boynuna sarılmamak için kendimi zor tutmam hep bu yüzden.. Bizi aynı adam yetiştirdi..



Çarşamba soluğu Tekirdağ'da aldım, köfteye ve gıybete doydum, döndüm^^ 



Cumartesi Malta Köşkü'nün gölgesinde, yıldız korusunda bebiş doğum günü kutlamasına gittim, bu sefer de Adana yemeklerine ve  tabii orada da gıybete doydum, dönüş yolunu Yıldız korusu/parkı, Çırağan, Beşiktaş şeklinde çok keyifli bir yürüyüş yaparak uzatıp, vapurla eve döndüm, o rota/yürüyüş gerçekten çok nefis oldu, yol boyunca kafamın içindeki çekmeceleri biraz düzenleyebildim gibi sanki.  



Pazar sabahı da adaya kahvaltıya gittik, tüm gün adada dolaştık, şahane yerler keşfettik,








Ada dönüşü Beşiktaş'ta Naci Usta'ya uğrayıp İstanbul'da yiyebileceğiniz en şahane Edirne/tava ciğer'i yedik (capsini silmişim ya la :/) ve otobüste yine sadece İstanbul'da tanışabileceğiniz türden rengarenk, enteresan, hatta fantastik bir insanla tanışıp, telefon numaraları alıp vermeler, anında Facebook'tan eklemeler, ayy  Jale'cim bayıldım sana, mutlaka bekliyorumlar'la geçen bir yolculuk sonrası evime döndüm. Akşam da çay, film, pazar miskinliği falan işte. Ve tabii ki bu hafta da Balım Nefin'imi çok sevdim. Bu hafta da mutluluğun fotoğrafını onun sayesinde çekebildim. 




Bambaşka bir şey anlatma niyetindeyim de aslında konuyu haftanın özetini geçerek oraya bağlamaya çalışıyorum. 9 gün sonra 1 sene olacak bu ülkeye geleli. Gelirken 'Öfff Jale İstanbul'a yerleşiyorum diyip durma allaaasen, 2-3 ay kalıp, deneyip yapamayacak ve döneceksin nasılsa' diyenlere inat tam 1 sene olacak ve dönmek gibi bir niyetim yok, olmadı, olmayacak. Hayatımda verdiğim en doğru karardı, tek bir gün pişman olmadım, olmayacağım, tam aksine her gün şükrediyorum. 

Olmayanların, hayatta başaramadıklarımın kader olduğunu hiçbir zaman kabullenemedim ben, istediğim her şeyi oldurabilmek için ciddi mücadeleler verdim, istediğim her şey için savaştım ve elde ettim. Başaramadıklarım ise kendi becerisizliklerimdi ve bunların bedelini de ağır ödedim. Keşke kader diyebilseydim, belki o zaman kendime bu kadar yüklenmez, yapamadıklarımın altında bu kadar ezilmezdim, ama o zaman da Jale olmazdım.. 

Sonra.. Sonra bir şeyler kırıldı içimde, bıraktım, hayata tutunmayı, hayattan bir şeyler istemeyi, hayattan hakkım olanı almayı ve benim olana sahip çıkmayı bıraktım.. 

İstanbul senelerdir dilimdeydi de, dilimdeydi işte sadece. 'Ben İstanbul'a yerleşmek istiyorum yhaaa' ee bunun için ne yaptım peki? hiç.. Ve bir gün 'vakti geldi'.. Şimdi geriye dönüp baktığımda, daha önce zaten mümkün olmazdı diye düşünüyorum, tam vaktinde, tam zamanında ben yine o eski enerjimi toplayıp gidiyorum dedim ve bunun için çok ciddi bir mücadele verdim. Diyorum ya 2 sene önce olsa olmazdı, olamazdı, pes ederdim. Önüme çıkan ilk zorlukta -ki ilk zorluk 33 senelik kimliğimi sorgulamak, aslında ben olmadığımı öğrenmek oldu örneğin- vazgeçerdim. Vatandaşlık işlemleri sürecinde karşıma çıkan sorunlarda vazgeçerdim, annemin psikolojik baskısı karşısında kırılır, vazgeçerdim, ev ilanlarına bakarken vazgeçerdim, Acıbadem'den başlayıp, Küçükyalı'da son buldu arayışım ve Küçükyalı bırakın bilmeyi, daha önce duymadığım bir semtti.. Ben hiç bilmediğim, duymadığım, görmediğim bir yerde yaşama kararı aldım ve buna 2-3 sene önce cesaret edemezdim. Evimi kurarken yaşadığım imkansızlıklar karşısında vazgeçerdim, geçirdiğim rahatsızlık/ameliyat/tedavi sürecinde vazgeçerdim. Hiçbiri beni yıldıramadı, ben bu ülkeye gelebilmek için çok ciddi bir savaş verdim ve kazandım. İstanbul'da çektiğim ilk fotoğraflardan birinin altına 'bu şehir artık bizim' yazmıştım. Bu şehir artık benim, evet. Haydarpaşa merdivenlerinde durup 'seni yenicem İstanbul, sen mi büyüksün ben mi' klişenini yapamadım, ukte kaldı içimde ama belki de öylesi daha iyi oldu. Ne İstanbul beni yenmeye çalıştı, ne de ben İstanbul'u. O da beni sevecek dedim ve sevdi. Bu şehir beni sevdi. Bu şehirdeki insanlar beni sevdi, Ben bu şehri çok sevdim.. Çok uzun uzun anlatma niyetindeyim aslında da, daha sonra. Şimdilik genel bir özet olsun bu. 

Demem o ki İstanbul bana yeniden savaşmayı öğretti, istediğim şeyler uğruna mücadele etmeyi, inanmayacaksınız ama sabretmeyi ve evet bu benim sabırlı olmayı nispeten öğrenmiş halim. Bu şehir bana yaşamayı öğretti, hayata tutunmayı, kendimi sevmeyi, kendimi insanlara açmayı.. Bu bir sene içinde çok şey öğrendim, çok değiştim, kendimi buldum ve sevdiğim, istediğim her şey uğruna savaşmam gerektiğini, isteyince yapabileceğimi gördüm, anladım. Geçen de bahsettim ya hani çok sevdiğim biri var diye, onu da daha sonra uzun uzun anlatıcam, tabii ki anlatıcam ya ne olacağıdı, işte o gün yıldız korusunda o büyük aydınlanma anını yaşadım. Neden sevdiğimi tabii ki biliyorum, ama kafamda dolaşan bir başka 'neden'in cevabını o gün buldum. Bir gün o hikayeyi anlatmaya başladığımda o soruyu da cevabını da yazarım. O gün gelene kadar bende saklı kalsın. Ve bu cevabı da İstanbul verdi bana, onu çünkü İstanbul verdi bana.. 

Ve dün adaya giderken -şimdi neden haftanın özetini çıkardığıma geldi konu- artık her şeyin mümkün olduğunu görüp şükrettim. Ben artık bir pazar kalkıp adaya gidebiliyorum, çok bunalınca Tekirdağ şurası, hatta şımarıklık yapıp 'canım köfte çekti, geldim' diyebiliyorum, aynı şeyi geçen sonbahar Adana'ya gittiğimde yaptıydım, o zaman da canım hırisi ve kebap çektiydi, ha bi de şırdan tabii ^^ Daha geçen ay 1 günlüğüne Diyarbakır'a gittim, neden? Çünkü bu artık mümkün. Hadi akşam bi Nişantaşı yapalım demek kadar mümkün, çok bunaldım Kadıköy'de bi bira içelim demek kadar, bir pazar günü Moda sahilde kendini hiçliğinin sonsuz huzuruna bırakmak kadar, yıldız parkında yürümek, keyfimce yolu uzatmak, ilgimi çeken sergilere, konserlere, oyunlara, etkinliklere gitmek, istanbul'da her gün yeni bir yer keşfetmek, sabah kiliseye akşam camiye gitmek, sırf eğlencesine herhangi bir parti mitingine katılmak ve daha bir çok şey kadar mümkün. Çünkü ben artık bu şehirde yaşıyorum, çünkü ben bunları mümkün kılabilmek için çok uğraştım, çünkü ben tüm bunları ve fazlasını hak ettim. En önemlisi de bir sıkıntım olduğunda artık internet üzerinden değil, sevdiğim, derdimi anlatmak istediğim insanlarla yüzyüze konuşabilmem, bağıra çağıra canımı sıkan şeyleri anlatabilmem, karşımdaki insanın dokunup gözyaşlarımı silmesi, ya da karşılıklı gülebilmemiz. Bu benim için o kadar değerli ki. 

Ve ben buraya yerleşirken 'artık Avrupa bitti benim için, bir daha ne zaman gidicem, ne zaman gezicem' diyordum, bu yazıyı 9 gün önceden yazma nedenim; İstanbul'a gelişimin 1. yıldönümünde İtalya turunda olacağım, yani Avrupa da hala mümkün. İstanbul için hiçbir şeyden vazgeçmediğim gibi, bir sürü artı güzellik kazandım, bir sürü güzel insan tanıdım, bir sürü güzel insan sevdim, onu tanıdım, onu sevdim.. daha ne olsun? Bir şehir daha ne verebilir ki size..

Bence ben iyi ki gelmişim, ne iyi etmişim, bensiz bu şehir eksik kalırdı adfadgfafdafaga, bence bensiz siz de biraz eksik kalırdınız, ben sizsiz kesin eksik kalırdım çünkü. Bu bir sene içinde hayatıma değen ve beni değiştiren, bana beni bulduran herkese teşekkürler. 

Eğer ben İstanbul'u mümkün kıldıysam, her şeyi oldurabilirim.. Sadece biraz sabır.. 

Olduğu kadar, olmadığı.. yok öyle bir şey...

olacak

Ayy o değil de, döndüğümde bir pasta yaptırıp İstanbul'da birinci yılımı kutlasak mı ki acaba? :))) 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder